31 Ekim 2008 Cuma

Küçük İskender'den Hrant'a


"yattim yere bakıyorum toprağın hisli eşitliğine
sular sınırı pasaportsuz geçer
asıl azınlık yeryüzünün kendisidir
tek millet, gökyüzüdür yürekli düşünüldüğünde"

Küçük İskender'den Hrant Dink İçin

Perihan Medyanın Neresinde ?


Perihan Mağden'i hepimiz tanıyoruz. "Dekoltemanyak kemalistler.", "Bir Kemalist yerine dinciyle tüm hayatımı geçirmeyi tercih ederim." gibi müthiş tespitleriyle Kemalizm'i çökertmiş, dizinde sektirmiş ablamız (!) son yazısında Haluk Şahin'i okuyan beni okumasın demeye getirmiş, yerel bir yazar ya da bir blog yazarıymışçasına okurlarını kovmaya çalışmış.


Bunla ilgili Tehlikeli Bölge'de bir yazı yazmıştım; ancak yetmedi diye düşünerek bu yeni yazıyı kaleme alıyorum: "Perihan Medyanın Neresinde?"

İlk olarak Perihan Mağden'i tanıyalım dedim. Beş altı resmi dışında resmine ulaşamadığımdan nadir olarak çenesine elini koymadığı bir fotoğraf bulup onu sizle paylaştım. Normal şartlar altında bu entel pozdan vazgeçmeyen ablamızı bugün konumlandıracağız.

Perihan Mağden Cihangir Enteli diyebileceğimiz kesmin hastası olduğunu söyleyebileceğimiz garip bir tiptir. Genellikle kemalistlerden ve şeriatçılardan yakınan (son dönemde onları kollamalarına rağmen) bu kesimin öncülerinden sayabileceğimiz PM Aydın Doğan'ın Radikal isimli gazetesinde en arka sayfada kendine yer bulmaktadır.

Kendine ait bir okur kitlesi de olan PM, özellikle 301 , Askerlikten Soğutma, Kürt Mücadelesi gibi çeşitli başlıklarla gündeme gelmişti.

Faşizme ve statüko'ya karşı sert tavrıyla beğeni toplayan Mağden'i özellikle liberal sol kesimin sevdiğini söyleyebiliriz.

Peki bu kesimde "kucaklama havası" hakim midir?

Özellikle Türkiye'de basın açısından çok şey değiştiren Taraf gibi gazetelerin en azından tutumlarında samimi oluşları örnek alınasıdır. Bu kitle içinse (liberal solcular) kesin bir tespit yapmak neredeyse mümkün değildir.

Perihan Mağden ise tüm bu tutuma sahip olan yazarların aksine faşistleşmektedir. Aşağılama ve nefret belirtileri taşıyan yazılarını savunduğu ve okuyun dediği Vakit yazarlarının belleğinden çaldığını tahmin ettiğim Mağden, bir iki kez gökdelenden düşerse kendine gelir gibime geliyor.

Hüseyin Üzmez: İslam'ın Kılıcı Neresinde?


hüseyin üzmez bir çocuğun cinsel istismarı suçuyla yargılandığı mahkemece tahliye edildi. bunu muhtemelen hepimiz biliyoruz. bilmesek de e tipi cezaevinden çıkarken kurduğu "içerde hacda gibi yaşadım" cümlesine değil de bu homo erektus'un (erekte kökünden gelişine dikiz) türkiye cumhuriyeti sokaklarında dolaşacak olmasının cumhuriyet bayramı'nın hemen öncesine denk gelişine dikkat edin.

çok eleştirdikleri tecavüzcüleri saldığını söyledikleri rahşan affı bile bu kişiye özel çeşitli katakullilerle gerçekleştirilmiş affın (tahliye!) izini silebileceğini düşünmüyorum. "öğretmenimin vurduğu yerde gül biter." hastalıklı mantığı şeriatçı ,dinci ,neoliberal , yobaz zihniyetlere yanlış yansımış: "ustamın tohumlarını boşalttığı toprağa nur iner." gibi bir şey olmuştur muhtemelen. her yere baktım, tüm sözlükler, internet siteleri, gazeteler isyan halinde. hannibal'dan bile tehlikeli 70 yaşlarında bir sapığı sırf iktidar yalakası olduğu için hukuğun alengirli yollarını bildiği için malı mülkü olduğu için bırakıyorsunuz.

14 yaşında bir kızın içine akıtılan zehrin onu acıtmadığına inanan o psikolojik danışmanın ne kadar tarafsız olduğundan ziyade insanlıktan ne kadar haberdar olduğunu sorguluyorum tam şu anda. bir çocuğun içine zehrini akıtmak, bütün masumiyetini elinden almak şerefsizliğinin cezasız kalışını sorguluyorum. onların, benim asla arasında olmayacağım o kitlenin yazdıklarına bakıyorum, gördüğüm bir zafer edası.

islam'i anlayişlarinin kusurlarina bir göz atsak mi?

ilk olarak islam'ın bir din olarak kusurlarına göz atalım. islam'ın elçisi (peygamberi) dahi pedofili olarak adlandırabileceğimiz vehamette bir evlilik yapmışken aslında ben bazı şeyleri çok da sıradışı göremiyorum. öyle ki bu ülkenin cumhurbaşkanı da 15 yaşında bir kızla evlilik yapmıştır ve bu özellikle anadolu'nun acımasız bir gerçeğidir.

bizde ırza geçmek için her yol mübahtır. erkekler bir kadını nasıl tuş etsem diye düşünürken en kırmızı düşlerinde enseste kadar vardırırlar bu sapıklığı. kadınlar farklı mıdır? üzmez'in yanındaki kadının yüzündeki o zafer edasını o mutluluğu algılayabilen var mı aranızda? genç denemeyecek , çocuk yaşta bir kızı üzmek! bu kızı üzen birine çanak tutmak dünyada feminizmin insan hakları sözleşmesi'nin uğradığı en büyük yenilgidir.

türkiye'de 28 ekim 2008 tarihi'nde modern sosyal hukuk devleti olma rüyasının boş olduğu, dinin, dogmaların ve paranın atılmadığı bir sistemin bir işe yaramadığı görülmüştür.

cumhuriyet bayramı'nda yazıyorum bunları. buysa sizin anladığınız demokrasi, buysa cumhuriyet , kutlu olsun efendiler!

ne sizin efendiniz benim efendim olabilir, ne dininiz dinim, ne milletiniz milletim!

ayağa kalkmak genç kızlarımızı korumak için bir şeyler yapmayışınıza saygı duyuyorum.

sıra kendi kızınıza , kendinize ya da annenize geldiğinde vicdanınıza da tecavüz ediyor olacaklar. ya sesinizi çıkarın ya da üstünüzdekileri:

sıranın sizde olmadığını kim garanti edebilir?

30 Ekim 2008 Perşembe

Perihan Mağden'in Nedensiz Mücadelesi

Sabah uyandığımda Perihan Mağden ablamızın Can Dündar'a ve Ergenekon'a geçirme, Kemalistçilere de (! Oha lan o ne !) bir güzel emmeli gömmeli muamele deneyimini gördüm. Üstüne akşam akşam şu yazı geldi.

Perihan Mağden'in yazısı şurada:
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=YazarYazisi&ArticleID=905772&Yazar=PER%DDHAN%20MA%D0DEN&Date=30.10.2008&CategoryID=96

Bu da yorum efendim:

yazılarında garip bir faşizm sezdiğim radikal'in her şeye laf sokmaktan sorumlu demokrat köşe yazıcısı. türk dili ve üslup konusunda hakkında tartışamayacağımdan (birincisi bu konuda yetkin değilim, ikincisi yazdıklarının benim bildiğim türkçe ile özellikle yazı diliyle bağlantısını kurmakta güçlük çekiyorum : ne yaparsın perihancığım bu kadar oluyor lümpen üniversite öğrencisiyiz işte senin gözünde) fikirlerindeki istikrarsızlığını daha doğrusu ustanın dediğini yap yaptığını yapma mantığını eleştirmekten çekinmeyeceğim insan.

bu insan tanımlaması gerekliydi. kendisi zaman'ın yeni reklamını görse buradan bile bir şeyler çıkarabilirdi. yaftalamayın diyen bu reklamda sadece satanistleri ve yobazları ya da öyle görünenleri değil tüm toplumun bireylerini kapsayan bir mesaj verildiği ortadadır.

tüm bunların ötesinde, "yaftalama be teyze!" kampanyasını kendisi için açıyorum.

can dündar'ı alıntılayan anarşistler varmış. bu anarşikler, lavuklar falan bir internet sitesinin üyeleri. anarşizmin ve sosyalizmin marka gibi pazarlandığı bir kültürden bahsedip anarsist.org üzerinden türkiye'nin muhalif bakış tavrını eleştirenin alnını karışlarım ben. anarşizmi ve sosyalizmi orada yaşatacak kadar kişiliksiz beyin hücreleri yoktur umarım.

tüm bunların ötesinde liberal ve demokrat kitlelerin geyiklerine alışkınız. eski ya da yeni solculara laf sokup bir şey üretmeyişiniz , sadece azınlık ve özgürlük problemleriyle ilgilenişiniz, ekonomiden bir sikim anlamayışınızı geçiyorum. çoğumuzun okuduğu kitaplardan çıkardığınız sonuçlara ayrıca bayılıyorum. sanırım siz bambi okumaya devam etmeliymişsiniz.

sizi severdim; ancak faşizme karşı dik durup farklı olmanızdı sizi dik tutan. şimdi faşizmin bayrağı gibi ötekilikten merkeze taşındığınız bu dönemde öteki'yi deşmek ailelerinin secerelerini çıkarıp (yalçın küçük ya da nihal atsız tarzıyla) onlaraı generaloğlu ya da mit'çi çocuğu can dündar olarak tanımlamanız zavallılıktan öteye gidemiyor.

size faşizm mübahtır. öyle ki senin aradığın özgürlükle benimki bir noktada birleşemez perihan abla. sen entel ve loş kafelerinde takıl. ülkenin realitesiyle hakikat arasında fark vardır. sen entel dilinle konuş. diğerlerinin sözcüsüyken öbürlerini hiçe sayan bir ağzı salyalıya dönüş.

kendisinin türkçe yazan , daha iyi gözlem yapan ve fikirlerini belirli temellerin üstüne oturtmuş, bu ülkeyi turistik olarak değil yerlisi olarak tanımış nihat genç'ten daha fazla okunmadığını bilmenin içimde sonsuz bir huzur uyandırdığı yazılarını okuduğum ve okumaya devam edeceğim (siksen gitmem abla, öyle gurursuzum işte, senin patronunun gazetesini alıyorum hem de sana para kazandırmak pahasına.) yazıcı. yazar diyemiyorum hala.

taktım şu an kendisine. 301'de arkasında dururken faşizme karşı kardeşlik için duruyorduk. köşe yazılarını sınıflarımıza asıyorduk. dostluk diyorduk, barış diyorduk abla führer oldu.

popülerlik ve bunama belirtileri bunlar.


yazık!

(küçük harfler için kusura bakmayın, sözlükte yazdıklarımdan kopyaladım burada yazanları.)

28 Ekim 2008 Salı

Kralım Tabi, Disko Kralı

Cumartesi belki de haftanın en güzel günüdür. özellikle öğrenciyseniz bir sonraki günün tatil olması bilinciyle yaşadığınız bu günü iyi bitirmek en doğal hakkınızdır. Yatağa yalnız uzananlardansanız ya da o gece dışarda olma şansınız yoksa aslında bunun bir şanssızlık değil şans olabilme ihtimali aklınıza muhtemelen gelmemiştir. Okan Bayülgen yıllara yaydığı bir gelenekle karanlığı aydınca kullanıp zevkli hale getiren bir adam. İşte bu yazı, gece 00:30 ile 05:00 arasında saatlerin geri alınıp kafaları karıştırdığı gece, Disko'da olmayan ancak aptal kutusundan akıllı işi programı izleyen biri tarafından klavye aracılığıyla aktarılmıştır.

Okan Bayülgen sıradan bir adam değil. Devlet Tiyatroları'nın en genç yönetmeni olma ünvanını da taşıyan OB, 21. Yüzyıl Türk Televizyon Tarihi'nde dönüşümü ve değişimi başlatan insan olarak anılacak büyük ihtimalle. Elbette Türk Popüler Kültürü ve Türkiye açısından bir köşe taşı olacaktır Bayülgen. Bu şüphesizdir. Hatta Taraf yazarı Rasim Ozan Kütahyalı önceden Deniz Gezmiş ve Okan Bayülgen'i kıyaslamıştı bir yazısında. Popüler ideolojik lider yakıştırmasını onlara yapıp bir nevi pop idol olmakla suçlayıp iki figürü de birer pop idol haline sokmuştu. OB ve Deniz Gezmiş'in ortak noktaları tartışıladursun Türkiye'de sık sık olamayacak bir şey oldu şu yazının yazıldığı saatlerde:

İki adam (Biri Hafif Ağır Siklet Eski Dünya Şampiyonu diğeri ünlü bir medya karakteri, sanatçı) 2 dakika boks yapıp 2 dakika da satranç oynayarak 3 tur süren müsabakada 1'er dakikalık dinlenmeler dahil 15 dakika boyunca Türk Televizyonları'nda sıkça göremeyeceğimiz karelerle bizi baş başa bıraktılar.

Boks Kültürü'nden ve Orhan Ayhan'dan mahrum bırakılışımızı sevelim ya da sevmeyelim, boksu özlediğimizi, satranç konusunda ise sıfır olduğumuzu kabul edelim. Bugün tavla bilgisiyle övünen ve çok iyi oynarım diyerek bu şans oyununda master yapanların bilmediği zeka ve stratejik akıl kullanımını tetikleyen bu oyun, elitlik belirtisi olarak görülse de iki adım sonrasını düşünmek açısından siyasetçilere de tavsiye edilebilecek niteliktedir. Okan Bayülgen toplamda 6 dakika bile olsa mankenlerin, memelerin, ırzın , kalçaların, türbanın, bıyığın, siyasetin, yolsuzluğun,antidemokratikliğin, fikre vurulan zincirlerin, sahte Atatürkçülük saçmalığının, faşizmin, tabuların, hacıların, hocaların tecavüzünden kurtarmayı başardı belki de milyona yakın insanı.

Disko KralıPrograma itaat etmekle ilgili bir konuşma ve bilgi topuyla başladı Bayülgen ve reklamlara girerken şu sözleri sarf etti:

"İtaat etmeyin lan zibidiler. Şimdi küçük bir reklam arası veriyoruz, daha sonra yine reklam arası vereceğiz. Reklamlarla size tüketin dedikten sonra ben tekrar size kırın zincirlerinizi diyeceğim."

Kendiyle iyi geçinen, diğer insanlarla da iyi geçinen, Fordizm ve getirdiği üreticiler bir yandan da tüketsin ki daha çok kazanalım anlayışını yaratan (Nihat Genç 22/10/08 Leman yazısı bu sistemin götürülerini tahlil etmek adına mutlaka okunmalı) sistemle alıp veremediği olan ve sistemi içinden eleştirme lüksüne sahip adamlardan biri Okan Bayülgen. Türkiye'de reklamları sempatikleştirme çabalarını kırması bakımından (Mehmet Ali Erbil - Parmaktan sonra)   önemli bir cümle kurabiliyor bu adam. Alternatifsizliği ve Doğan Yayın Grubu'nun bile kendisine bağlı hale geldiği bir kuşağı yaşatması onu sıradışı kılan özelliklerinden yalnızca biri. Elbette Bayülgen'i bu kadar küçük sınırlara hapsetmek salakça olacaktır.

Programı tanıtmaya devam etmek daha yararlı olacak sanırım. Program iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm Makina'da da gördüğümüz popüler kitleye hitap eden isimleri masa etrafında toplama kısmı. Ancak bu bölümün içine saklanan Tiyatro ve Sinema gibi kimi etkinlikleri tetikleyen bölümler (Örneğin Tiyatro Dergisi'nin tanıtımı) koyuluyor. Özellikle "CEVAP HAKKI" adı verilen ve alınan konuğa medya canavarlarının (paparaziler) asla sormayacağı derinlikli soruların sorulduğu bölüm ilk bölümün unutulmazı olacağa benziyor. Kendini doğru ifade ettiğinde Şafak Sezer'e bile sempati duyabiliyorsunuz çünkü.

İkinci bölümde ise alternatif kültüre mal olmuş (Banu Güven,Özge Fışkın gibi) insanların katılımıyla Zaga formatında Late Night Show karşımıza çıkıyor OB. İlk bölüme göre daha dünyevi, daha gerçek, daha aktüel olan bu bölümde eğlencenin yerini gerçek, fikirler ve olması gereken alıyor gibi geldi bana.

Özellikle canlı performansa verdiği önem ve canlı performans yapmayanları kendi diliyle eleştirmesi (Ebru Destan Boyfriend Playback Sahnesi) Disko Kralı'nın nasıl bir iş olduğunu ortaya koyuyor.

Erol Günaydın özellikle son programda Aydın Boysan'ın boşluğunu da doldurmak adına fazlasıyla etkin davranıp programın gidişine bir otorite olarak oldukça büyük bir katkıda bulundu ve bu katkı açıkçası renklendirici oldu. Aydın Boysan'ın da dönüşüyle durum iyice toparlanacaktır tahminimce, üstelik Hakkı Devrim de ikiliye eşlik ederse (Geçmiş Olsun Devrim ve Boysan'a)  program iyice sevilesi olacaktır.

İşte böyle bir programdı Disko Kralı. Her hafta hakkında yazacak daha çok şeyimiz olacak, zaten Bayülgen de şu an yeterli olgunluğa ulaşmadıklarını her programda söylüyor ve gelişimin işaretlerini veriyor. Bize ise beklemek ve medyadan beklentilerimizi az da olsa arttırmak düşüyor.

 Sarphan Uzunoğlu

23 Ekim 2008 Perşembe

Bir Tehlikeli Medya Haberi: Şu Bizim Ergenekon

Türkiye neyin uzantısı olduğu, kimlerin çatışması olduğu, siyasi olup olmadığı, prosedüre uygun olup olmadığı her an tartışılan bir dava ile karşı karşıyayken bir şey yazmamak kayıtsız kalmak olmazdı. Türkiye'de gazeteciliğin sadece birkaç gazetenin taraflı yorumlarına bırakılmasındansa her şeyi baştan ele almayı uygun bulduk. İşte teknik ayrıntılarıyla Ergenekon Davası ve sanıklara dair temel bilgiler.

Neden ERGENEKON?

Hem davanın hem de örgütün adının Ergenekon olarak akıllara kazınmasının sebebi savcının da açıkladığı üzere örgütün kendine verdiği ismin Ergenekon olmasıdır. Örgütün kendine bu adı vermesinin sebebi de Türk'ün ayağa kalkış ve türeyiş destanı olan Ergenekon Destanı'na * bir çeşit saygı duruşu.

Ergenekon'un ortaya çıktığı dönemde hakkında ortaya atılan birçok tezin arasında özellikle Susurluk'un Uzantısı olan bir örgüt tezi üzerinde duruluyordu ki, Veli Küçük gibi isimlerin de soruşturmayla doğrudan bağlantılı olması, üstüne lider olarak tasvir edilmeleri de bu iddiayı güçlendirir nitelikte(ydi). Bugün mahkemenin başlamasından ötürü üstünde yorum yapmanın doğru olmayacağı düşünülse de geçmişte belirtilmiş birkaç tezle başlamak mantıklı görünüyor.

Dalga dalga gerçekleşen operasyonların birbirini izlediği sürecin sonunda Ergenekon'un içinde birbiriyle davalı olan sanıkların da bulunması da dahil birçok ayrıntı ortaya çıktı.


Şekildeki örgüt şeması örgütün özellikle ulusalcı kanadın asker ve devlet bağlantılı kısmının özellikle yargıtay cinayetiyle bağlantılarını gösteriyor.


DİPNOT:

*Ergenekon destanı,Göktürkler'in türeyişini anlatan bir Türk Destanı'dır. Genel olarak, düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türklerin, Ergenekon Ovası'nda yeniden türeyip tekrar eski yurtlarına dönerek düşmanlarıyla çarpışmalarını anlatır..

20 Ekim 2008 Pazartesi

yazamasamda Babam

Dün gibi
arabanın pedallarına erişemeyen bacaklarımla
anca kucağında erişebildiğim
direksiyonu tutan
saçları şimdikinden daha da uzun olan
ben
ve tüm sıcaklığıyla babam...

saçlarına kırlar düşmüş olsa bile
gözleri o saçlara inat
yıllar neymiş demekte
kaybetmeyi göze alamayacağım
dünya üzerindeki 4 insandan
bir tanesi
yokluğu dünyayı anlamsız kılacak, babam!

ben ve babam
anlatılması zor iki adam..

o beyaz renkli arabanın peşinde koşan
üç beş adımda yorulan ben
giden arabada aynadan bakan
babam
dünya üzerinde erişemeyeceğim tek adam!!


ben ve babam
anlaşılmayı beklemeyen iki adam..

iyi ki doğdun...

Tehlikeli Haberciler

Tehlikeli Bölge biçim değiştiriyor ve RENK katıyor işin içine. Nasıl mı?

Türk E-Dergi Logo

Şu ana kadar beraber çalıştığım Türk E-Dergi ile Tehlikeli Bölge grubunun HABER ve HABER YORUMLAMA mekanizmasını tek bir potada birleştiriyoruz. Peki neden Türk E-Medya Potansiyelini kullanıyoruz.

1- Gelişmiş altyapı ve profesyonellik
2- Oturmuş kadro ve yönetim anlayışı
3- Farklılığa açık olmak



İşte bu yüzden Tehlikeli Bölge buradaki gündeme dair yazılar dışında bir anlam kazanıyor ve bir haberciler oluşumu haline geliyor.

Bizim de altına imzamızı atmak kalıyor

TEHLİKELİ HABERCİLER!

Sevgilerle...

18 Ekim 2008 Cumartesi

Türkiye'de Ermeni Olmak

Elbette hiçbir zaman tam anlamıyla çözemeyeceğim bir duyguyu yazmak istiyorum bugün. Ermeni olmayı, özellikle de bu topraklarda bir Ermeni olarak yaşamayı yazmak, çoğumuzun önce mahkeme koridorları ardından da gazetelerin masumiyeti 17 yaşında bir çocukça çalınmış sayfalarıdan tanıdığımız Hrant Dink'e özlemimi anlatmak amaç.

Şu an Hrant'a isimli bir kitap duruyor masamda. Alt başlığı şöyle: "Ali, topu Agop'a at." Kitapta Vedat Türkali özellikle Ermenilerin komşuluk ve insanlık ilişkilerinde ne kadar bizden olduklarını ve gidişlerindeki gizemi çocukluğundan çok sonra anlatırken, onların gidiş ya da sürgünde kalış hallerinin dramatikliğini yüzümüze vuruyor.

Karagöz ve Hacivat'ın bile öğesi olacak kadar bizden Ermeniler. Aslında bizden demek yanlış olur çünkü onlar da başlı başlarına bir kültürler ve bir alt küme olamayacak kadar zengin bir kültüre sahipler. Sanırım bizim algılamadığımız, ya da algılamak istemediğimiz şey de bu. Türkiye'de kayıtlı olarak yetmiş bin Ermeni yaşıyor ki bu asgari bir rakam. 70.000 insanın haklarını, varlıklarını, umutlarını yoksaymak elbette Anadolu kültürü ve Anadolu Halkları'na büyük bir saygısızlık olacaktır.

Osmanlı sanıldığı gibi hasta adam ya da kırık bir çark değildi. Osmanlı yobazlıktan geri kalan bir devlet olarak nitelendirilmesine rağmen, yeni emperyalizmle yıkılan Avusturya Macaristan Prusya gibi krallık ve imparatorlukların kaderini paylaşmıştı ki bu çağın en kaliteli kaybedeni Osmanlı idi.

Osmanlı Devleti'nin intiharı ekonomik politikalarındaki kimi hataları ve gelişen yeni akımlara karşı aldığı tedbirlerin ters tepmesidir. Duygusal ve harekete geçmeye hazır bir kana sahip halklara hükmetmek Osmanlı için kolay olmamıştır.

İşte o dönem Ermenilerce de yaşatılmış bu hakimiyet güdüsü bugün Türk'ü Ermeni'ye Ermeni'yi Türk'e kırdırmıştır. Yıllarca Ermenileri Alt bir Kürt grup olarak gösterme çabası da bu kırgınlığın ürünüdür.

Burada soykırıma ya da sözde soykırıma (neresinden bakıyorsanız orasını algılayın) değil Ermeni'ye yazıyorum. Bu vatanı en az bizim kadar seven insanlara, bu ülkede bir kilisenin yetimhanesinde büyüyüp yetimhanede arkadaşlarıyla inşa ettikleri binalara devlet tarafından el konan çocukları, hem solcu hem Ermeni olanları fişlenen, yurtdışına çıkma yasağı konan büyük adamları küsmeyenleri kast ediyorum özellikle.

Ermeni diasporası'na dahi dahil olduklarını kabul etmeyen bu ülke ermenilerini kast ediyorum her şeyden önce. Dedelerimizin aynı sokakta oynadıkları, düğünlerine gittikleri, kız alıp verdikleri Ermenileri, kardeşlerimizi.

birilerinin her an öyle olduğunu söylediğine bakmayın, faşizm bu ülkenin yazgısı değildir; aksine faşizmin gidip kardeşliğin gelişi bu ülkenin yazgısıdır.ermeni olmakla diaspora şolmak arasında büyük bir fark olduğunu ve iran ve türkiye ermenilerinin bu farkı yaşadıklarını bilmeyecek kadar kör olanımız var mıdır bilmiyorum; ama ülkü ocakları başkanı gibi düşünenleriniz var oldukça bunun ne kadar manasız kalacağını da biliyorum.

ne yazık ki çoğunzu biliyorum. kendine solcu,kendine demokrat, kendine liberal tavırlarınızı da tanıyorum. ben ermeni değilim; ama sizin aranızda bir başkası olmak ne demek en azından bunu tahmin edebiliyorum.

bu ülkede ermeni olmak zor iştir. öteki olmak zordur. işte bu yüzden benim sevgim tüm ötekilere,kardeşlerime.


Biz o kardeşliği hatırlamak isteyen tüm yazarlarımızı öldürmeye çalışırken, Agop bize küsmüş ve mahalleden nefret ediyor. Oysa bağırma zamanı, hadi Agop beraber top oynayalım. Üstelik cumhurbaşkanlarının izlemesine gerek yok, sen ve ben. Beraber!

17 Ekim 2008 Cuma

Amerikan Rüyası ...


birgün çıkıp geldiler - anlamsız yüzlerini ve gülüşlerini -
tüketimartıklarım üretimorganlarını ve eski külotlarını -
çikletlerini çukulatalarmı getirip bıraktılar - tiklerini mi-
miklerini çiğliklerini - gençkızların düşlerini getirip bırak-
tılar - hergün hergün yeniden getirip bıraktılar - iplerini
oltalarını konservekutularmı - süttozlarmı soyalarını sa-
lemlerini - kısırlıkhaplarmı madalyalarını tasmalarını -
bayraklarını bayrakyırtmalarını sövmelerini - anamıza
bacımıza çocuğumuza - en çok önem verdiğimiz şeyle-
rimize - üretimorganlarını ve tüketimartıklarım kullana-
rak - tanrının ve isa'nın ve bizimkilerin izniyle - atlarını
seyislerini çombelerini - tıraşlarını ve dişlerini getirip bı-
raktılar - hergün hergün yeniden getirip bıraktılar - son-
ra güzel güzel anlaşmaları - sonra güzel güzel sözleş-
meleri - sonra güzel güzel paylaşmaları - asılmış-
ların ve asılacakların izniyle - vedurmadan durmadan
baltazar bayramlarını - sonra güzel güzel savaş uçakla-
rını - radarları rampaları atombombalarmı - denizaltı de-
nizüstü birşeylerini - bilinçaltı bilinçüstü herşeylerini -
piekslerini bitekslerini bitpazarlarını - eroinlerini kokain-
lerini getirip bıraktılar - hergün hergün yeniden getirip
bıraktılar-
ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
ve artık okadar çok şey getirdiler ki
ve artık okadar çok şey getirdiler ki
ve artık okadar çok şey getirdiler ki
bağımsızlığa yer kalmadı ülkemde

Hasan Hüseyin Korkmazgil

13 Ekim 2008 Pazartesi

özgürlük ve eşitlik sarhoşluğu




hepimiz özgür olmak isteriz.Adım adım gelir özgürlük.Bir anda olup biten bir hadise olmamıştır.
Hatırlayın tarih kitaplarından en başta kurulan padişahlıkları tek kişinin baskınlığını. Zamanla
gelişen dünya bireylerin eşit olduğunu farkeden ve hepimiz kardeşiz sloganlarıyla süregelen
eşitlikten başka amaç gütmeyen insanları düşünün. Bazen bir lokma için eşitlik bazen bir ilaç
bazense sadece sınıf kavramını ortadan kaldırmak için eşitlik özgürlük istendi.
Hepimiz eşitmiyiz diye soramamız gerek kendimize. Sizce eşitmiyiz ucu bucağı google earthden
rahatlıkla görülebilen dünyamızda. Afrikanın göbeğinde doğan çocukla Ankaranın göbeğinde doğan
çocuk eşit mi sizce? Hayalperestlikte son noktadamıyız eşitiz ulan derken bağıra bağıra.
acaba kaçımız gözlerimizin önüne getiriyor sibiryanın soğuk köşesinde bir kaç saniye önce doğmuş
olan çocuğu ya da aylık 30 dolara çalışan çinli çocuğu.. kaç kişi düşünebiliyor acaba kabilelerde
doğan gelecekleri bir kaç oktan ibaret olan çocukları. Doğruyu söylemek gerekirse ayık kafayla hiç
bir zaman düşünmedim orda birileri varmı yaşıyorlarmı diye.
Ülkemize cennet vatanımıza bakarsak eğer sizce eşitmiyiz. Türküz doğruyuzda çalışkanmıyız. bazıları
harbiden iyi ÇALışıyorken siz doğru olarak ilerliyorsunuz. burda da doğruyu söylemem gerekse
ben doğru değilim ve emin olun sizde doğru değilsiniz.. sadece ayık kafayla kendimize karşı dürüst
olamıyoruz o kadar.
eşitlikten bahsediyoruz özgürlük istiyoruz... ben en azından avcılar sahilde alıp biramı elime
dolanmak sonrasında yanımda esrar içen gençleri görmek istiyorum... özgürlükse istediğiniz
onlar yazamıyorlarsa düşüncelerini ben yazıyorum.. evet buyrun özgür bırakalım dünyayı...
ayık kafayla olsa söyleyemem belki bunları ya da aklıma gelmez esrar içen çocuklar! ya da avcılar
sahilde elimde biramla dolaşma..
özgürlükya hür olacağızya hür olmak... beyinle alakalı bir kavram bence.. şu anda hürüm mesela..
parmaklarım klavyede değil tamamen bulutlarda.. yağmur olup yağacak başınıza ve uyanacaksınız.
hür olmak adına size söylenen yalanlarla tanışacaksınız... kimseye ait olmak istemeyecek ama
evlenip birisine ait olacaksınız.. özgürlük isterken bile özgürlüğü anlayamayacak ya da
anlatamayacaksınız ne istediğinizi.. çünkü herkesin özgürlüğü farklı çünkü hiç birimiz eşit değiliz..
ve bir şey daha sanmayın sarhoşumluğum bir sıvı içeren şişeden yahut farklı yollardan..
sarhoşluğum odamda kendimi tamamen özgür hissedebildiğimden.. insan yalnız olduğunda özgür olabilir
aksi taktirde özgürlük söz konusu değildir..

11 Ekim 2008 Cumartesi

Kürt

bu dünyada senden ya da benden daha az hakkı olmayan insan her şeyin ötesinde. aysun kayacı mantığı ile yaklaşıldığında elbette kültürlerinden dolayı eğitimsizliklerinden dolayı sizin bu dünyanın tükenen kaynaklarını daha çok hak ettiğinizi düşünebilirsiniz. 

doğru, onların hakkı olmayan bir çok şey var. örneğin onlar asla yeteri kadar türk olamayacaklar, siz onları dönüştürseniz de önce dilleri dönmeyecek sizin gibi türkçe konuşurken, sonra da bilinçleri onları çok uzağa götürecek sizin götürmek istediğiniz yerden. 

aralarındaki farklılıkları gözetmeden birey olarak bile görmeden kesip attığımız koca bir etnik grupla beraber yaşıyoruz biz türkiye'de ki bu grup milyonlardan oluşuyor. alevi asimilasyonu ve kürt asimilasyonu bildiğimiz üzere devlet eliyle yapılmaktadır ki kürt isyankarların karşı çıktığı şey türkiye'de her dönem budur: asimilasyon. 

üniter devlet yapısı ve eşitsizliğin tavana vurduğu gelir dağılımı problemi hakkında konuşmak hiç de zor olmadığından ordan başlamayacağım. bu devletin resmi ideolojisi elbette bu halkı cahil bırakmıştır. milli eğitim sisteminde bambaşka bir dille eğitim verdiğiniz bu çocuklar yaşadıkları o duygusal buhranı ömürleri boyunca elbette atlatamazlar. 

türkçe onlar için bir seçim değil, aksine bir zorlama. topraklarımızda ingilizce, fransızca, almanca eğitim veren liseleri barındırırken kürtlere bir ek ders olarak bile olsa eğitimi verememek bu ülkenin ayıbıdır. 

faşist türkiye cumhuriyeti'nde ezilen rolünü oynamayı kabul etmeleri de onların hatalarıdır çünkü ezilmişliklerinden devşiren pkk gibi terör örgütleri bugün ülkenin anasını ağlatırken sadece kürtya da esmer olduğu için aşağılanmayı bu topraklarda doğal hale getirmişlerdir. sistem partilerine (dyp akp vermeseler de chp) verdikleri oylar her daim çöpe gitmiş bu insanların yalnızlıkları bitmemiştir. nuri bilge ceylan benim yalnız ve güzel ülkem derken o yalnızlığın içine gömdüğü büyük kırgınlığı es geçmiş. onlar bizim küs olduğumuz , özlediğimiz ama barışırsak ne olur diye korktuğumuz kardeşlerimiz

9 Ekim 2008 Perşembe

5 dk.ya dair

bir tık
birkaç klavye tıkırtısı
işte o kadar uzaksın bana

korkmam,
''dejavu'' yaşamaktan.

anlattıklarım yarım
sözlerim yavan...
ve katıksızdı
sana olan sevdam..

6 Ekim 2008 Pazartesi

GREEN CHEMISTRY - YESIL KIMYA


gittikçe yaşlanan, yaşlandıkça kirlenen dünyamıza yeni bir umut ışığı..
kimya mühendisi adayı olarak 1 seneden biraz daha fazlacana olan üniversite yaşantımda en çok önemi hak ettiğini düşündüğüm hadise yeşil kimya olarak pekde saçma olamayacak bir tercümeyle özünde çevreci yaklaşımı barındıran geleceğimizi -dünyanın şu anki yaşıyla
kıyaslandığında biraz daha uzatacak olan çevreci oluşumdan biraz bahsetmek istiyorum.
öncelikle tanımlamak gerekirse, Yeşil kimya; çevreyi korumaya yönelik kimyasal yöntemlerin
ve maddelerin geliştirilmesini ön plana çıkaran bir kimya dalıdır. bu kimya dalı geleceğimize
hizmet etmektedir. ülkemiz yeşil kimya alanında henüz emekleme seviyesinde olsa bile ilerleyen yıllarda büyük adımlar atan bir yetişkin olacağı umudunu taşımaktayım.
yeşil kimyanın yararları:
-ekonomik fayda sağlaması üretim maliyetini azaltacak yeni reaksiyonların elde edilmesisini sağlar.
-enerji tasarrufu sağlamaya yöneliktir daha düşük sıcaklıklarda reaksiyona girilmesini ve bu reaksiyonların verimli olmasını sağlayacak yollar arar.
-üretim maliyetlerini ve düzenleme mailyetlerini düşürür.
-daha az atık madde oluşmasını sağlar.
-daha güvenli yollardan ilerleyen reaksiyonlar bulunmasına ön ayak olur kaza riskini azaltır.
-daha güvenli son ürünler ortaya çıkmasında faydalı olur.
-çalışma ortamının daha güvenli olmasını sağlar.
-insan ve doğa sağlığının korunmasını sağlar.
-rekabet avantajı kazandırır.

bütün bunları sağlayabilecek teknolojik gelişmelere gebe olan bu kimyanın yan dalını gelecekte sıkça duyacağız.örneklere geçmeden önce söylemek isterim ki yeşil kimya (green chemistry) tüm çevre sorunlarına çözüm sağlayabilecek bir dal değildir. belirli üretim basamaklarında yer alır çevre sorunlarının çözülmesinde merdiven amacı güder.yeşil kimya çevre kirliliğinin önlenmesinde aktif olarak pay sahibidir.
bir kaç şirket ismi vermek isterim..
yeşil kimya tekniklerini kullanan bazı şirketler isimleri sizcede çok tanıdık değil mi? bu kadar başarılı olmaları tek bir nedenden ötürü olmasa bile üretimlerinde çevreci olmaları bunda pay sahibidir.ayrıca yeşil kimya uygulamalarıyla rekabet şanslarını yüksetlmişler ve global savaşta başarılı olabilmişlerdir.
-ikea
-dell
-rohm and haas
-hermanmiller
-interface

bunlar belli başlı olanları. ve inanın her geçen gün sayıları artmakta. çevrecilik masalları anlatan şirketlerimize duyrulur.

bir not : green chemistry alanında üniversitelerde kapsamlı yenilikler geçirdiler. avrupa, amerika, japonya ve çin üniversiteleri (ve bazı diğer ülke üniversiteleri) green chemistry&engineering adıyla lisans programları oluşturdular bile(adını verdiğim ülke üniversitelerinin tamamında söz konusu değildir bazılarında oluşturulmuştur).
iki not : ülkemizde böyle bir oluşum HENÜZ gerçekleşmedi.
üç not : york üniversitesi bu alanda yeni bir ilke imza atarak üniversite sanayi işbirliği içerisinde yeşil kimya metodlarını fabrikalara(üretici şirketlere) satarak yolunu buluyor :))
dört not: ülkemizde kimya mühendisliği ve kimya bölümü ayrıcana çevre mühendisliği programlarında yeşil kimyaya yer verilmekte ancak istenilen düzeyden değil labarotuvar uygulamaları yetersiz. kaynak ve destek sıkıntısı mevcut.

5 Ekim 2008 Pazar

Modern Zaman İnsanları: Part 1 Kuşhan's Bloody Diary

Trendlerin gidişatını belirlediği bir dünyada yaşıyoruz ve nereye gideceğimize dair soruları bize soran birini bile bulamıyoruz. Çünkü biz bu soruların cevaplarını vermekten de bunları sormaktan da aciziz. Farkındaysanız öncelikle başkasından medet umdum. Cümlelerimiz bile kendimizden umudu kesmişken bizden nasıl bir gelecek beklenebilir?

Aslında bizim beklentilerimiz o kadar da yüksek değil, hiçbiriniz (Gökhan Gönül hariç) Lamborghini'yi hayatının merkezien oturtmuyor. Elbette ki o bizden biri değil, yılda 1 milyon dolar alan bir adamdan bahsediyoruz. Biz 1 ytl'yi düşürünce arayanlardanız, yoksa hepimiz fish çekilişinin sonuçlarını mı takip ediyoruz (Hedef kitleyi bilememek!).

Öncelikle şu zayıf modern seksi kadınlarla başlayalım. Siz onlara öyle diyorsunuz diye kendilerini öyle zannediyorlar, yağ aldırıp güzelleşeceğine inanan makyajla büyüleyici olacağını düşünen bu insanlar ne kadar zekidir ne kadar normaldir bilinmez ama böyle bir güruh var ve ne yazık ki MR. KUŞHAN'ın kliniğinde ölümle biten bir hayata sahip olabiliyorlar.

Modernitenin bu kadar acımasız olacağını hiç düşünmemiştim. Hayat standartlarını yükseltmek ya da yüksekmiş gibi göstermek adına hayatın ta kendisini kaybetmek bana kalırsa o kadar da mantıklı değil. Tabi zengin ailelerin güzelleşme meraklısı kızlarına kızmalıyız.

Bu arada aklıma bir soru geliyor basın bu konuda sayın Ayşe Arman'ı neredeyse hiç eleştirmedi, aman ya O'na da bir şey olsaydı mantığıyla yaklaştılar. Tamam sizin cici kızınızdır Arman. En cafcaflı işlerinize koşturursunuz onu; ama resmen reklamını yaptığı ve zamanında sizin de gazetenize reçetesini ek olarak verdiğiniz adamın diyetisyen bile olmaması, yaptığı işin ortadalığı sizi ve vicdanınızı biraz olsun incitmiyor mu?

Tabi ki Ayşe Arman konusunda şaşırmadım. Sol meme yanağı tartışılan bir insanın gazeteci gibi davranıp sorgulaması beklenmemeli zaten.

Ölen insanın ailesinin başı sağ olsun elbet; ama umarım 15 Şehit verişimiz bu olaydan daha akılda kalıcı olur.

4 Ekim 2008 Cumartesi

Güzelliğin 50 Kilo Altın Etmez, Bu Bizdeki Savurganlık Olmasa


İngiltere'de Kate Moss'un "Yeni Afrodit" olarak lanse edilen 50 kiloluk heykeli sergilenedursun "Great Depression Strikes Back" temalı bir ekonomik tablo göze çarpıyor.

50 kilo altın... Maddi değerini hesaplayıp şu insana şu kadar rızk olurdu diyemeyeceğim kadar büyük bir savurganlık bence bu. Sanat değil, sanat bu olmamalıydı en azından.

Sanat altın üreticileri için midir? Niçindir? Garip. Bize bu garip heykel ve gülümsemek kaldı.

BİR EFSANENİN GERİ DÖNÜŞ HABERİ


Yıllardır oynanan strateji oyunu STARCRAFT severlerine bir süpriz yaptı.STARCRAFT 2 hazırlıkları neredeyse tamamlandı ve BLiZZARD ırklar arasındaki dengeyi (bu denge starcraftı diğerlerinden ayıran en önemli özelliği) sağladığında oyunu piyasaya sürecek.Çıkış tarihi henüz bilinmesede yeni oyunun yolda olmasıSTARCRAFT severlerde müthiş bir heyecan yarattı.
Starcraft2 ilk oyunda olduğu gibi güç dengesine sahip 3 farklı ırktan oluşacakTerran, Protoss ve Zerg. Her biri için değişik yeni silahlar ve birimler mevcut olduğu gibi eskilere de yer veriliyor.
Oyunun açıklanan yeni özelliklerine gelince:
-Hızlı, vurucu ve mükemmel dengeli gerçek zamanlı çok oyunculu oynanabilirlikilk oyunun heyacanını yakalıyor ve geliştiriyor.
-Tamamen yenilenmiş ırklar: Protoss, Zerg, Terran.-Her ırk için yeni birimler ve yeni oyun dinamikleri.
-Hikaye modlu tek oyunculu senaryo.
-Yeni üç boyutlu grafik motoru sayesinde çok sayıda ordu ve birimle bile yüksekperformans.
-Yenilenmiş çok oyuncu desteği ile daha rekabetçi yeni özellikler ve battle.netüzerinden desteklenen rakip bulma arayüzü.
ilk oyunla alakalı bir not:
Blizzard 1998 - 2007 yılları arasında Starcraft:Brood War başlığından12 milyon kopya satıldığını açıklamıştır, Starcraft uluslararası anlamdaözellikle çoklu oyuncu kısmı ile, bilgisayar dünyasında tarikat benzeri bir oyuncu kitlesi toplamıştır. -severek oynuyoruz efendim :))

2 Ekim 2008 Perşembe

Bolu Express: DTP'liyi Öldürün / Devlet: Aferin, iyi demişsiniz.

Bolu Express gazetesinde bir yazı yayınlandı ve Her şehit için DTP’li öldürülmeli’ denilen köşe yazısını ‘fikir özgürlüğü’ olarak`niteleyen mahkeme bu yazıda bir suç unsuru bulamayıp (!) yazanları akladı.

Aslında Türkiye için çok da sıradışı olmayan bu mevzu, PKK nefretinin Kürt hatta ne yazık ki esmer insan nefretine dönüşmesinden kaynaklanıyor. Türkiye'nin zencileri biziz diyen şeriatçılara inat bu ülkede ırkçılık tüm boyutlarıyla sürmekte ve devlet hatta yargı tarafından da bu meşrulaştırılmakta. Objektif bir bakış açısıyla halk arasında olumsuz anlamda kullanılan Kıro kelimesinin ve benzer bir sürü kelimenin de Kürt insanını niteleyerek kullanıldığından yola çıkarsak bu ırkçılığın ne denli normalleştirildiğini ve bu algının ne kadar sıradanlaştırıldığını rahatlıkla görebiliriz.


FAŞİZMİN YERİ VE ZAMANI OLMAZ

Açıkçası faşizm için ne sabun fabrikaları ne ikna odaları ne de kendini öldürmeye adamış bir ordu gerekiyor. Zaten halkları yiyip bitiren faşizmin kökü de sosyal hayata sindirilmiş bu baskı rejiminin içinde yatıyor.

Asker otobüste kontrol yaparken doğum yeri antalya sinop çizgisinin doğusunda olanlara daha bir kuşkuyla bakıyorsa burada faşizm vardır. Bir bölgenin, bir ilin ya da bir siyasi partinin böylesine damgalanması üstelik ölümle tehdit edilmesi insanlığa sığmıyor.


BASIN ETİĞİ

Her şeyin ötesinde basının da kendine göre bir ahlâkı oluşturma zamanı geldi de geçiyor. Vakit Gazetesi'nin "İşte O Üyeler" başlığının tedirgin ediciliğini bile aşan bir tedirginlik vericilik sezdim ben bu haberde. Üstelik bu tedirginliğin ötesinde 12 Eylül Öncesi dönemin hedef belirleyici ideolojik gazetelerinin tarzı ortada. Belli ki yazan yazarın nasıl bir ülkede olduğundan haberi var. Ordu ya da devletin şahinlerinin ideolojisini incitmediğiniz sürece bu ülkede her daim köpek muamelesi gören insanları aşağılamanın serbest olduğunu biliyor sanırım.

Zaman'ın Kürtler konusunda ne kadar etik olduğunu da Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili haberlerindeki "DERSİM İSYANI İLE MEŞHUR TUNCELİ" tanımıyla görmüş olduk.

Türkiye'de gazeteci olmak bir utanç haline geliyor. Yazık, çok yazık.


Dünya VS AIDS


Korunmaya yönelik yöntemler her gün gelişip endüstri haline gelirken bir şey hiç değişmedi, değişmeyen AIDS ve yayılma hızıydı. Hiçbir bilinçlendirme önüne geçemedi AIDS'in. Şimdi AIDS'in tarihi ve gelişimi tartışılırken, AIDS'e bir bakış atalım dedim.

AIDS Nedir?

AIDS, Acquired Immuno Deficiency Syndrome kelimelerinin kısaltması olarak ortaya çıkmış ve Edinilmiş Yetersiz Bağışıklık Sistemi Sendromu olarak Türkçe'ye çevrilmiştir.

AIDS ilk olarak 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde keşfedilmiştir. Keşfinden hemen sonra hızla yayılarak; erkek, çocuk, siyah, beyaz, Latin, Asyalı, zengin, fakir demeden bir çok insanın ölümüne neden olmuştur. Günümüze kadar AIDS'ten 225.000 kişinin öldüğü kaydedilmiştir. Bu sayı her 13 ila 15 ayda ikiye katlanmaktadır.

AIDS için halen kesin olarak bilinen bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. AIDS'ten korunmak bu tehlikeli ve ölümcül virüsün yayılmasını önlemek için uygulanabilecek tek yoldur. HIV, Human Immune Deficiency Virus, vücut bağışıklık sistemi virüsü, AIDS tamamen vücut bağışıklık sistemi ile ilgili olduğundan, hastalığa sebep olan virüse bu isim verilmiştir. Virüs, insan vücudunun hastalıklara karşı direncini sağlayan bağışıklık sistemini etkisiz hale getirmektedir. Vücut bağışıklık sisteminin etkisiz hale gelmesi, virüsten etkilenmeden önce kolayca başedebildiği deiğer hastalık mikroplarıyla artık çarpışamayacak duruma gelmesi demektir. Bu da basit bir enefeksiyonun bile ölümcül hale gelmesine sebep olabilir. AIDS hastalarının yarısından çoğu bağışıklık sistemlerinin etkisiz hale gelmesi yüzünden basit enfeksiyonlara yenilerek hayata veda etmişlerdir.

İnsan vücudu bir defa HIV virüsü ile enfekte olmuşsa artık bu virüsün hiçbirşekilde yok edilmesi yada vücuttan atılması mümkün değildir. Fakat, virüsün etkilerine engel olmak için bir takım ilaçlar geliştirilmiştir. Bunlardan ilki ve ençok bilineni AZT (Zidovudine) adı verilen ilaçtır. Bu ilaç virüsün çoğalmasını engellemektedir. AZT AIDS virüsünün meydana getirdiği belirtilerin görünmesini engellemekte ve AIDS'li hastanın yaşamının kısmen de olsa uzamasını sağlamaktadır.

Bilim adamları AIDS'le savaşabilmenin diğer yollarını aramaya devam etmektedirler. Son yıllarda bu konuda büyük gelişme kaydedilmiştir. AIDS'e karşı korunmak için aşıların testleri halen deneysel aşamadadır. 1990 yılının başlarından itibaren bu konuda başarılı sonuçlar kaydedilmektedir.

AIDS dokunma, öpüşme, solunum gibi dış kontaklarla bulaşan bir hastalık değildir. Bu nedenle insanların AIDS'li hastalara yaklaşmaması ya da onları toplumdan dışlaması hem gereksiz hem de yanlış bir tutumdur. Çünkü AIDS'li bir hastaya dokunarak veya yanında bulunarak AIDS'e yakalanmanın mümkün değildir. Ayrıca AIDS evcil hayvanlardan, tuvaletlerden, yüzme havuzlarından, tabak ya da bardaklardan bulaşıcı özellik göstermez. Bu nedenle insanların bu konularda korkutulması ya da yersiz bir kaygıya neden olunması çok yanlıştır. AIDS'in ana bulaşma yolu seksüel birleşme, uyuşturucu kullanıcılarının enjektörlerini paylaşması ve çok da az olsa kan transferidir. Ne yazık ki, AIDS hastalığına yakalanmış hamile bir kadının daha doğmamış bebeği de bu hastalığa yakalanmış demektir.

Neden AIDS'i daha önce duymamıştık? AIDS 1981 yılına kadar tanımlanmış bir hastalık değildi. AIDS'in izinin sürülmesi doktorların bu bilinmeyen hastalığı yeterli derecede tanımasıyla başladı. AIDS'in ilk rastlandığı 1981 yılında ABD'de 316 kişinin AIDS hastalığına yakalandığı tespit edilmiştir. Beş yıl sonra 1986 Ağustos'unda 23.000 vaka rapor edilmiştir. Hastalığın artışı büyük bir hızla devam etmiş ve 1990'larda sadece ABD'de 60.000 nin üstünde AIDS hastası tespit edilmiştir. Bu hızlı artış, bilim adamları, doktorlar ve hükümetler için bir alarm sinyali olmuş ve onları konuyla ciddi biçimde ilgilenmeye itmiştir.

AIDS'in gerçek kökeni bilinmemektedir. Çünkü AIDS yeni gelişmiş bir hastalıktır. AIDS'in kökeni hakkındaki en geçerli görüş hastalığın Afrika kökenli olduğudur. Afrika'da ki yeşil maymunların taşıdığı bir virüs insanlarda rastlanan AIDS virüsüne çok benzemektedir. Bilimsel tahminler maymunlarda rastlanan virüsün doğal ortamda organizmalar içinde yaşamını sürdürerek, mutasyon geçirdiği ve burdanda insanlara geçtiği üzerinde yoğunlaşmaktadır. Görülen mutasyonun çok nadir olduğu da görüşler arasında yer almaktadır.

Bir başka görüş ise virüsün biyolojik silah olarak üretilmek istendiği fakat sonucun etkisi uzun sürede görüldüğü için araştırmalara devam edilmediği, ve bir ara nasıl olduysa labaratuvar dışına çıkarılarak insanlara bulaştırıldığı üzerinedir. Yeşil maymunlar Afrika'nın çoğu bölgesinde lezzetli bir yemek olarak görülmektedir. Virüsün maymunlardan insana iyi pişmemiş organlardan ya da etlerin pişirilmeye hazırlanırken meydana gelebilecek kesik vb. gibi yaralardan bulaşmış olabileceği de düşünülmektedir. Çünkü bilindiği gibi virüsün bulaşma yollarının en önemlilerinden biri kandır. Hastalığın ilk insana bulaşması böyle olmuştur. Bundan sonra hastalık diğer insanlara seksüel birleşme ve uyuşturucu kullanımı ve kan transferleri sırasında yayılmıştır. Afrika devletlerinin bir çoğu bu görüşün mantıklı olduğunu savunmaktadır. Bu olayların hiçbiri ırkla ilgili değildir. Şunu unutmamak gerekir ki tek bir kişi değil tüm insanlık AIDS'in gelişmesinden sorumludur ve bizde bu sorumluluğu paylaşmaktan ve bu öldürücü virüsün yayılmasını engellemekten sorumlu sayılırız.

AIDS Belirtileri:

AIDS ve aynı virüs tarafından meydana getirilen diğer hastalıkların belirtileri hemen hemen aynıdır. Aynı soğuk ve gribin birbirleriyle özdeşleştirlmesi gibi.Fakat AIDS'e ya da ilgili hastalıklarından birine yakalanmış bir kişi için bu belirtiler çok ısrarcıdır ve nedeni yok gibi görünür. Kişi hiçbir zaman kendisini neyin hasta ettiğini bulamaz ve hastalığın üstesinden gelemez. Çünkü sadece doktorlar ve konu ile ilgili araştırma yapan bilim adamları bu belirtileri teşhis edebilirler. Bu belirtilerin doktor tarafından açıklanan bir kısmı şöyledir:

  • Fiziksel ve zihinsel aktiviteleri etkileyen, sebebi açıklanamayan aşırı bir yorgunluk
  • Zayıflama yada diyet gibi herhangi bir aktivite söz konusu olmadan iki aydan kısa bir sürede 7-10 kilo kaybı
  • Birkaç haftanın sonunda ateşin açıklanamayacak bir şekilde 39 derecenin üstüne çıkması
  • Uyku sırasında kişinin üstünü sırılsıklam edecek derecede terleme
  • Sebebi bilinmeyen bir şekilde vücuttaki salgı bezlerinin kabarması (Özellikle boğazda, boyunda ve koltuk altında bulunan lenf bezlerinin kabarak en geniş halini alması)
  • Dilin üzerinde ve ağız içinde beyaz noktalar yada lekelerin oluşması
  • Israrla devam eden ishal
  • Herhangi bir solunum enfeksiyonuyla meydana gelen ve çok uzun süren kuru öksürük
  • Özellikle öksürükle birlikte oluşan nefes darlığı
  • Deri üstünde ya da altında oluşan kat kat, yada yükselen bir şekilde leke ve şişliklerin meydana gelmesi. Başlangıçta çürükmüş gibi algılanabilir fakat bunlar zamanla kaybolmazlar ve genellikle etraflarındaki derilerden çok daha serttirler.

The Lost Vikings: Biz Seni Unutamadık

The Lost Vikings:

Kayıp Vikingler , zaman girdabında kaybolmuş üç asil kahramanın kahramanlık öyküsüydü. Sitemiz yazarlarından Ayberk Olgay'ın tavsiyesiyle bu oyunu sizle paylaşma gereği duyuyorum:

İndirmek için tıklayın

84'ten Yeni Klip



Grup 84 ikinci albümü KGB'nin ikinci klibini çekti


sözler:

kara gözlüm beni niye terk ettin
sevdim yetmedi yoksa söylemedin
bir kerecik olsun asma ne olur
gül yüzümü sitem etme söyletme

kaç gece ağladım sesimi duy diye
gözlerimden akan yaşlar sen silesin diye
bu yürek dayanırmı sandın bu kadar acıya
ne olur elleme şu yalan gönlüme
ne olur gülme şu garip halime

yoksa burdan başka yalan bir diyarda
sevdiğin mi var da beni oyalarsın
kurbanın olam dökülmesin dudaklarından
ne olur söyleme sakın söyleme
ne olur söyleme beni öldürme

 
Elegant de BlogMundi