14 Mart 2009 Cumartesi

YAKARIŞ


Ah sen, kalbim, acemi sevgimin tek sebebi!

Nerelere götüreyim kırgınlıklarını?

Her yanın hüzün, her yanın hayal kırıklığı…

Deli sevdan dert üstüne dert başına,

Hiç mi korkmuyorsun uçurumun kenarından?

Parça parça aşk kırıntıları,

Yerli yersiz serzenişler…

Değer mi, değer mi bu hırçın dalgalarla boğuşmaya?

Bilmez misin hiç kendini bırakmayı akıntıya?

Ah sen, kalbim, ruhumun tek kilidi!

Nerelerde söndüreyim bu büyük yangınını?

Her günün gecesiz, her yastığında aşkın ıslaklığı…


Leyla Belma GAZİ

24 Ocak 2009 Cumartesi

UNUTMADIK



Sesleniş

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. babamız,
sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi...
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler
takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez.
İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren
birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik,
doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız,
arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi
verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir
şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında,
yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin
acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük
yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven
gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar
erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...
ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin
elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin
ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş
kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı
gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık
sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Kanserdik. ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi
dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla
kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik
kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşımızdaki kızlarımızı
öksüz bırakmazdık. Önce, kolumuzu, omuz başından
keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak
fırlattık attık önlerine. Sonra da, otuz iki yaşında
bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu’daki
topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki,
Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da,
paramparça elleriyle ak pamuk toplayan işçiler, sizin
için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma
bizi...
Bağımsızlık, Mustafa Kemal’den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen
ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli
emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek
istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın, dedik, sokak
ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım,
unutma bizi...
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi
savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil
dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş
Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak
istemediler.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi...
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline
değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile
almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga
vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam
sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz
titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı
gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi...
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında
vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu
düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da
susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün
bile, karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri
önünde, öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına,
demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir
şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...
Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma
bizi...
Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey
halkım, unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep
birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi,
unutma bizi...
Şair : Uğur Mumcu 

22 Ocak 2009 Perşembe

BİR KIŞ SABAHI

Benim de içinde yaşamak zorunda olduğum sahte insanların sahte dünyasından sıkıldığım bir kış sabahında, o dünyadan bir anlığına uzaklaşıp nefes alabilmek için gittiğim deniz kıyısında oturuyordum. O kadar çok şey birikmişti ki içimde herkese ve her şeye sustuğumdan, kendi sesimi bile ayırt edemiyordum bu yığının arasından; kendimle baş başa kalmaya ihtiyacım vardı.

Çürümüş bir iki balıkçı teknesi, ben ve denize atmak için yanıma koyduğum irili ufaklı çakıl taşlarıydık. Derken bu yalnızlık sekiz on kişilik bir kızlı erkekli liseli gençler tarafından bozuldu. Karşımda bağıra bağıra konuşmaları, kahkahalarla gülmeleri, sohbet etmeleri canımı sıkmıştı, sinirlenmiştim; belki de ben böylesine kahkahalarla gülmeyeli çok olduğu için (yani kıskandım belki de, itiraf ediyorum.)… Onlara doğru pek bakmamaya çalışıyordum. Müziğimle gözlerimi kapatmak ve yüzüme esen rüzgârı hissetmek istiyordum. Bir an yine onlara kaydı gözüm. Aralarından üç erkek soyunuyordu. İnanamadım; kış günü denize girebilme çılgınlığını gösterebileceklerine inanmak istemedim! Şortlarla kalana dek devam ettiler soyunmaya, diğerleri de bu anı ölümsüzleştirmek için ellerinde kameralarla gözlerini arkadaşlarından ayırmıyordu. Daha da cesaretlendirme alkışlarının ardından üç genç de buz gibi suya atlayıverdi! Yüzümdeki can sıkıntısı, yerini ufak bir tebessüme bıraktı birden. Gençlik bu olsa gerek dedim; benim koca bir boşluk içerisinde geçirdiğim ve yaşımın farkında olmadığım dünyamda gençlik bu olsa gerek…

Bu kez daha çok canım sıkılmaya başlamıştı. Ben, ömrümün en güzel yıllarında koca koca insanların; amcaların, teyzelerin sorumluluklarını omuzlarımda onlardan daha fazla ve çok daha erken zamanda hissederken, ağırlığından yorulmuşken; işte karşımda yapmak isteyip de yapamadığım şeylerden biri daha… Hayata karşı tutuştuğum meydan savaşlarında ben heves kayıplarına ve yürek kırgınlıklarına uğrarken, başkaları “ Hadi canım, sen de!” dediğim bir anda benim yalnızca izlemekte olduğum denizle kucaklaşmaktaydı.

Kendi hayal kırıklıklarımı teselli etmeye çalışırken başkalarının mutluluklarını izlemekten sıkıldım…

Üzüldüm,

Üşüdüm…

Derdim başkalarının mutlu olması değil, kışın ortasında öyle denize atlamak da değil; derdim benden uzak olan huzur ve varlığını bana mütemadiyen hissettiren şu mutsuzluk…


Leyla Belma GAZİ

19 Ocak 2009 Pazartesi

düşündüm

kaçı ölümüne sözler verip
sözleriyle beraber ölmüşlerdi

ya da kaçı ölüm pahasına
sözlerini sahiplenebilmişlerdi

kaç kişiydik
kaç farklı insandık
kaç kere sevdik ya da
kaç gönülde bulunma zevkini
kaç kadının sıcaklığını
ya da kaç para idi
tüm bunları kaç kere
kaç kişiye söylemiştik..

bu soruların önemsizliğini farkettim
çünkü sorular bugüne kadar hep yanlıştı
yanlış sormuştum
bugüne kadar hep yanlıştım

soru kaç ile değil
kim ile başlayacaktı

kimdi o kişi(ler)
kim farklıydı
ya da kim insan olabilmişti
kim(ler)i sevdik
kim sevdi beni-seni-bizi-onları ya da en azından bu dünyayı
kim gönülden söyledi
kim gönüllerimizde yer tutabildi
tüm bunlarda kim vardı
kime söylenmişti..

düşündüm
geçen yılları

hayatımın en anlamlı yıllarında
kim vardı yanımda
kimdi ya da kimlerdi
bilenler sevdiğimi
kimler paylaşabilmişti
açıp yüreklerini
sevdiklerini söylebilmişlerdi
dertlerimizi bilen
çareler türetenler kim(ler)di..
en beklenmedik anda
yolları kimler hiçe saymıştı
kimler daha bir sıkı sarılmış
kimler merhabada kalmıştı..

düşündüm
cevaplar buldum.
çoğunda kardeşim dediğim adamı
seni buldum
''hayata karşı silah arkadaşım''
sendin sevdiklerimi bilen
sendin her adımda yanımda olan
ve yine sensin bu cevabı okuyabilecek
ve yine sana yazılacak bundan öteki
kardeşlik türküleri


kaç sorusunun anlamsızlığını
kim sorusunun aydınlığında buldum



(Leyla Belma Gaziye de hoşgeldin diyorum)

18 Ocak 2009 Pazar

Yeni bir yüz...

Tehlikeli Bölge kısa süren sessizliğini yeni bir yazarla bozuyor. Leyla Belma Gazi yazılarıyla aramızda. Her alanda yazmaya devam ederken, en önemlisini edebiyatı çok boşladığımızı düşündüğüm bu günlerde, bu boşluğu en iyi doldurabilecek insan sanırım Leyla...

İyi ki geldin, biz de şiir okumak istiyorduk.

Tehlikeli Bölge ekibi adına S.U.

 
Elegant de BlogMundi