15 Temmuz 2008 Salı

Aydemir Güler: Hangisi Olmaz?

Ülkemizde Sol görüşün en sağlam kalesi olarak görülen TKP'nin başkanı solun şeriat darbe ikilemine sol.org.tr'de yazdığı bir yazıyla açıklık getirdi.

Açıkçası sol görüşün bulanık sudan berraklığa ulaşması açısından çok önemli bir metin olduğuna inandığım bu köşe yazısını kullanmakta sakınca görmüyorum, çünkü TKP'nin kendini anlatması Türkiye'nin kazancıdır.


Sol Haber Portalı'ndan alınmıştır.

Darbe mi şeriat mı? Hangisi daha gerçek tehlike?

Solda bir yaklaşıma bakılırsa, şeriat bir kemalist paranoyası. Elitist, tepeden inmeci, toplum mühendisi, jakoben vs vs odaklar toplumu şeriatla korkutarak işlerini görüyorlar…

Başkaları ise dünyada ve Türkiye’de darbe devrinin kapandığına inanıyorlar. Ne kadar küreselleşmeden payını aldın, o kadar darbeden uzaksın. Dolayısıyla darbe korkutucuları da başka bir çarkın dişlisi.

Kapsayıcı ve gerçek sol siyaset mi istiyorsunuz, bu ikisini üst üste bindirmelisiniz.

Nasıl? Akla yatkın görünmüyor mu?

Bir zamanların ne darbe ne şeriat sloganını veya bu slogana ebelik eden eşit mesafe doktrinini ters yüz edip iki hayali tehlikenin de üstüne birer çizik attıktan sonra, size ne kalacak? Şeriat ve darbe konusunda olup bitenlere “suni gündem” mi diyeceksiniz, yoksa bu politik gündem maddelerinin ötesinde ve bunlarla ilişkisiz bir liberal saldırıya karşı gerçek emek mücadelesinden mi söz edeceksiniz?

Siyasette suni gündem diye bir şey vardır elbette. Ancak genel olarak süs ya da aksesuar olarak. Süsler ve aksesuarların maddi süreçlerde hiç yerleri olmadığını söyleyemeyiz.
Ama o kadar. Maddi süreçlerin düpedüz üstünde döndüğü tartışmaları, tarafların ortalığı kana buladıkları mücadeleleri suni saymak gerçeklik duygusunu yitirmek olur. Ve, ne sermaye liberal saldırısını “şimdi ben emekçi halkı soyacağım” diye yürütür, ne de karşı mücadeleler göz alabildiğine uzanan bir emek okyanusuyla resmedilebilir. Emek-sermaye mücadelesinin kendini saf haliyle değil, ideolojik ve politik çatışmalar biçiminde ortaya koyduğunu ne zaman öğreneceğiz?

Sermayenin liberal saldırısı, emperyalizmin bölgemizi yeniden yapılandırması ve Türkiye’nin bu süreçlere uyumlulaştırılması. Bir tarafın darbe çığırtkanlığı, uyumlulaştırma operasyonunun pankartıdır. Liberalizm eleştirisi tutuculuk, anti-emperyalizm dünyadan kopmak diye basınç altına alınacak, darbe değil toplumun direnç dinamikleri köreltilecek. Olan budur. Bunun son veciz ifadesi AKP’nin soldan sorumlu milletvekili tarafından Gülen tarikatının gazetesindeki söyleşisinde dile getirildi: “Türkiye Cumhuriyeti değil 12 Eylül rejimi tehdit altında.” Kendisini ortak akıl mitinglerinde görmek istiyoruz!

Bugünün Türkiye’sine bakıldığında darbenin ve darbeciliğin tasfiye edildiğini sananlar olabilir ama bu böyle sanılsın diye uğraşanların “yanlış düşündüğünü” sanmak daha büyük yanılgı olur.
Türkiye’de emperyalizm ve sermayenin önündeki pürüzleri temizlediğiniz ölçüde demokrasiye yaklaşılmaz. Tersine darbenin altyapısı tahkim edilir. Yarın öbür gün, dönüşmekte olan Türkiye’nin Ortadoğu’da emperyalizmin işini yapması için darbe tipi yapılanmalara gereksinimi olacaktır. Büyük soygun döngüsü kapının dışına ittiği emekçilere nelere hakkının olmadığını tüm somutluğuyla gösterecek araçlara gereksinim duyar… Çok söyledik, tekrar etmeyeyim.
Peki darbe nedir? Pinochet ile Evren’in torunlarının, dedelerinin ruhu adına “ekibi yeniden toplamaları” mı? Biri diğerine benzetilemeyen darbeler yaşamış bu ülkede tek modelli siyasi yapı algılaması nasıl olmuş da bu denli yayılmıştır? Emperyalizmden ve sermayeden bağımsız bir darbenin kural ve konu dışı olduğu, hele Türkiye’de nasıl atlanabilir? Emperyalizme ve sermayeye yanaşıldıkça darbe tehlikesi güncelleşir.

Şeriat tehlikesi denen nesne de yeşil bayrakların çekilmesi, sakalların uzatılması, şeriat mahkemelerinin kurulması, insanların taşlanması mıdır? Kimileri bu ve benzeri örneklerle kendilerince dalgalarını geçip ardından ciddileşmekte ve İslam’ın Türkiye’de nasıl olup da modernleşmenin parçası olduğuna dair analiz attırmaktadırlar. Evet, böyle şeylerin olma olasılığı, Sivas’ın üstünden yalnızca 15 yıl geçtiğini hatırlayıp dikkatli konuşursak, “sistematik” hale gelme olasılığı yoktur. Anadolu’da açıkta alkol satılmayan, Ramazan’da dışarıda ağzınızı oynatamadığınız yerler zaten hep vardır; ama ne Türkiye burjuvazisini ne batılı ortaklarını boğaz tepelerinin zevkinden kimse mahrum edemez. Ne de 70 milyonluk alkollü içki pazarından!

Peki şeriatçılık tehlikesinin doğrudan ve başka seçenekleri dışlayarak göndermede bulunduğu bir zaman ve mekan var mıdır? Muhammet mi, dört halife mi, Suudiler mi, İran mı, Menemen mi…
Burası Türkiye’dir! Kapitalist ve emperyalizme tam boy biat etmiş Türkiye kendi gericilik modelini kendisi geliştirir. Evet Türk İslam’ının modernleşmeyle ilginç bir ilişkisi vardır. Yani Türkiye kapitalizmi dinciliği daha en başından repertuarına katmıştır. Türkiye’de bir halk İslam’ı yoktur. Halkçı karakterdeki Aleviliğin ise din mi kültür mü diye tartışılması kaçınılmaz, ne kadar sermaye kontrolüne girerse din, ne kadar halkçılaşırsa kültür olacağı da açıktır.

Uzatmayalım ve dağıtmayalım; Türkiye sermaye ve emperyalizmin denetimine ne ölçüde dirençsiz teslim olmuşsa, dinci gericilik o denli büyük ve acil bir tehlikedir.

Kimsenin mezarından çıkıp dönmesi gerekmiyor. “Ekibi toplamak” filmlerde oluyor. Tarihin çarklarının tiyatro sahnesi gibi geri dönmesi de gerekmiyor.

Şeriat tehlikesinin Türkiye işçi sınıfının hiç tanık olmadığı şiddet ve derinlikte bir gericileşmeyi kast ettiğini ise bilmek gerekiyor.

Darbe ile şeriat karşıtlığını, kürsüye elinde Kuranla çıkan generaller uydurdu. İkisi birlikte emperyalizmin ve sermayenin piyasasında serpilip boy atıyorlar. Liberalizm darbe ehliyetini de dinciliği de tekeline almıştır. Türkiye’de emperyalizme ve sermayeye aykırı ne darbe ne şeriat tehlikesi olur.

0 yorum:

 
Elegant de BlogMundi